Van Gölü ve çevresindeki dağlık bölge, M.Ö.
XIII. yüzyıla ait Asur belgelerinde 'Nairi Ülkesi'1 olarak anılır. Bu bölgede Urartu ismine, Asur
kralı I. Salmanasar'a (M.Ö. 1271-1242)2 ait çivi yazılı belgelerde rastlamaktayız. I.
Salmanasar bu ülkeden Uruatri(u) olarak
söz etmektedir. Uru sözcüğü Asur
dilinde, 'Ülke,-ülkesi' anlamına gelmektedir. Bazı bilim adamları, Uruatri'nin
'Dağlık Ülke' anlamına geldiğini söyleseler de, bu konuda Bilge Umar'ın düşüncesi
daha akla yakındır. Umar'a göre, Asurluların 'Atri' biçiminde
yazdığı sözcük, o dönemdeki en yaygın Anadolu dili olan 'Luvi
Dili'ndeki Adra/Atra (Erkek, Koca; özellikle
Ana Tanrıça'nın kocası olan tanrı) adını akla getirmektedir. Dolayısıyla,
Uru-Atri (ya da Uru-Adri) adının öz biçimi Uru-Adra, yani
'Adra (diğer adları: Teşup, Tarkhun, Sanda) Ülkesi' olabilir.
Yine Asur belgelerinden3 öğrendiğimize göre, aşiretler etrafında
toplanmış ve merkezi bir yönetimden yoksun olan Hurri kökenli bu
insanlar, 8 beylikte (bölge) bir araya gelmişlerdi. Ülke kapsamında ise en
az 51 kent bulunuyordu. Bu beylikler, her biri kendi başkentinin adıyla anılan,
Himme,
Uadkun, Bargun (ya da Makşun),
Salua, Halila, Niliphari
ve Zingun'dur. Daha sonraki Asur kayıtlarında sayıları 60'a kadar çıkan
krallar ise gerçekte küçük birer aşiret reisinden başka bir şey değillerdi.
Kendilerine 'Bianili' diyen
Urartular, 'Uruatri' ve 'Nairi' adıyla iki konfederasyon oluşturmuşlardı. Fakat bu federasyonların
Doğu Anadolu'daki coğrafi ve iklim koşullarının sertliği nedeniyle
birbirleriyle olan bağları çok gevşekti. Yarı göçebe ve aşiret düzeninde
yaşayan bu halklar henüz kentleşme sürecine girmemişlerdi. Bu nedenle
onlarla ilgili bilgi kaynaklarımız, Asur belgeleri dışında, Van Gölü'nün
doğu ve kuzeyinde yeralan mezarlıklardır. Karagündüz ve Ernis'deki (Ünseli)
bu mezarlıklarda aşiret fertleri oda mezarlara gömülüyorlardı. Ölülerin
yanlarına armağanlar bırakılırdı. İşte gerek bu mezarlar, gerekse
mezarlara armağan bırakma geleneği, Urartu uygarlığının bu aşiretlerle
olan ilişkisini ortaya koymuştur.
XIII. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede,
bir yandan Hitit İmparatorluğu'nun öte yandan da Asur Krallığı'nın baskıları
hissedilmeye başladı. Bu baskılar, giderek aşiretler arası ilişkilerin sıklaşmasına
neden oldu. Ortak düşmana karşı birlikte karşı koyma düşüncesi daha çok
benimsenmeye başladı. Sonuçta bu konfederasyonlar, toprakları sık sık Asur
akınlarına uğramaya başlayınca, güç birliği yapmaya karar verdiler.
Urartu topraklarının, günümüzdeki Muş ili ve çevresini kapsadığı sanılan
'Nairi
Ülkesi' bölümünde Asur Kralı I.
Tukulti-Apil-Eşarra (Kitab-ı Mukaddes'te geçen adıyla I. Tiglat Pileser)'ya
karşı 23 yerel bey, birleşik bir ordu çıkardılar. I. Tukulti-Apil-Eşarra
bu orduyu M.Ö. 1112'de, Muş'un Bulanık ilçesi yakınlarındaki Yoncalı
mevkiinde bozguna uğratmış ve bu zaferini de orada yaptırdığı çiviyazılı
bir anıtta anlatmıştır. Bu zafer, Van Gölü bölgesinde sürekli bir Asur
egemenliği sağlayamadı. Tersine Asur Devleti'nin zayıflaması üzerine bölgede,
güçlü bir devlet olarak Urartu Krallığı ortaya çıktı. Böylece
beylikler dönemi M.Ö. IX. yüzyılda sona ermiş, ancak merkezi otoriteye
dayalı bir devletin görülmesi Kral Menua zamanında (M.Ö. 810-786) mümkün
olabilmiştir.
URARTU
KRALLIĞI
Asur kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilere göre,
bu beylikleri ilk kez bir krallık adı altında birleştiren, başkent Arzaşkun'da
oturan Aramu (M.Ö. 850-840)'dur.
Arzaşkun'un günümüz Türkiye'sindeki
yeri konusu tartışmaya açıktır. Seton Lloyd'a göre bu bölge, kesin
olmamakla birlikte, Van Gölü'nün kuzeyinde, Malazgirt (Manazgirt) yakınındadır. Ancak 'Arzaşkun'
kelimesinin 'Erzurum' ile benzerliği
ilginçtir. IX. yüzyıl ortalarında yaşamış olan Aramu hakkında da,
elimizde fazla bilgi bulunmamaktadır.
Aramu'dan sonra başka bir sülaleden I. Sarduri (M.Ö.
840-830), tahta çıkmıştır. I. Sarduri'nin hükümdarlık dönemi ise, Asur
saldırılarını göğüslemek ve kuruluş aşamasındaki sorunları çözmeye
çabalamakla geçmiştir. Başkent yaptığı, Asurluların Turuşpa dediği, Tuşpa (Van)
Kalesi'ndeki Sardur burcuna şunları yazdırdığını görüyoruz:
"Büyük kral Lutipri'nin oğlu, kudretli kral, yeryüzünün kralı,
Nairi Ülkesi'nin kralı, eşi olmayan kral, savaştan korkmayan dehşet verici
çoban, kendine boyun eğmeyenleri mahveden Kral Sarduri'nin yazıtı; (Ben) Lutipri'nin
oğlu, krallar kralı, bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri'yim..."
Urartu'nun I. Sarduri zamanında yazılmış en
eski yazıtları Asurca'dır. Daha sonra tahta çıkan krallar, çivi yazısını
kendi dillerine uyarlamışlardır. Nitekim bunu kalenin kurulduğu kayanının
yüzüne kazınmış bir çok uzun yazıtta görüyoruz. Yukarıdaki yazıtta
Kral Aramu'dan söz edilmemesi, az önce sözünü ettiğimiz gibi, iki hükümdar
arasında bir hanedan değişikliği olduğunu düşündürmektedir. Sarduri'nin
çağdaşı olan Asur Kralı III. Salmanasar
(M.Ö. 859-824)4, kendini 'yeryüzünün kralı' olarak ilan eden
Sarduri'yi rakip olarak görmüş sürekli akınlarla Urartu ülkesine büyük
kayıplar verdirmiştir. Ancak I. Sarduri, krallığının sonuna doğru,
Asur'daki siyasi sorunlardan yararlanarak ülkesinin sınırlarını genişletmiş
ve Urartu'nun yayılması da böyle başlamıştır. Birbirinden uzak
illerdeki iki dilli sınır taşlarından anlaşılacağı üzere,
İşpuini kral olduğunda babasından ona görkemli sayılabilecek bir devlet
kalmıştır.
Menua döneminin kayalara ve yapılara kazınmış
yazıtları öylesine çok ve geniş alanlara dağılmıştır ki, Urartu Krallığı’nın
onun zamanında ne kadar genişlediği, az bir yanılma payıyla hesaplanabilir.
Batıda, Yukarı Fırat ve onun kuzey kolu Karasu doğal sınırı oluşturmaktadır.
Geç Hitit devletlerinden Malatya (Urartu kaynaklarına göre Meliteia),
Orta Anadolu'ya giden stratejik anayol üzerinde bulunmasının sağladığı önemden
dolayı, Urartu sınırlarının batıda daha ileriye gitmesini engellemiştir.
Menua hükümranlığının sonlarına doğru, Kuzey Suriye'ye güneybatı yönünde
yaptığı keşif gezilerinde, Malatya'ya uğramamış, yakınından geçmiştir.
Zira 'ODTÜ Aşağı Fırat Projesi'ne ait kazılarda, Malatya'nın hemen doğusunda
yeralan Karakaya baraj gölü alanında, Köşkerbaba Değirmentepe'de Urartu
buluntularına rastlanmaması bu görüşü doğrulamaktadır. Malatya'da
Urartuların yaşadığına dair bir buluntu ise henüz elimize geçmemiştir.
Urartu toprakları kuzeyde, Erzincan ve Erzurum yaylarına kadar uzanmaktaydı.
Bu noktadan daha yukarda, topraklarına 'Geçit Ülkesi' adı verilen 'Diauehi' (Diaohi) halkı yaşamakta, Karadeniz'e giden yolları elinde tutmaktaydı.
Menua'nın daha sonra kuzeydoğuya Aras Nehri'nin ötesine Sevan Gölü'ne kadar
uzandığı sanılmaktadır. Daha sonraları, bugünkü Ermenistan sınırları
içinde yeralan 'Teişebania' (Teyşepaini ya da Karmir Blur=Kızıltepe)'da
yaptırılmış olan büyük bir kalede ele geçen buluntular üzerinde 'Menua'
adının yazılmış olması bu işi başardığını göstermektedir. Menua güneyde,
Urmiye Gölü'ndeki eski sınırını
korumuş, hatta gölün güneyinde bulunan 'Manna
Toprakları'na kadar genişletmiştir.
Bugün, Urartu topraklarını oluşturan bölgede,
belirgin bir biçimde kaleli ve surlu kent kalıntılarına rastlamaktayız.
Urartular ele geçirdikleri ülkelerde, askeri ve ekonomik amaçlı pek çok
kent kurmuştur. Menua da, ülkenin merkezinde Kevenli, Yukarı Anzaf, Körzüt ve Aludri'yi (Patnos), batıda Şebeteria
(Palu), doğuda Urmiye Gölü'nün güneyinde,
inşasına babasıyla ortaklaşa giriştikleri Kalatgah ve
Meşta ile kuzeyde, Iğdır Ova'sı içinde, kendi adını verdiği Menuahinili'yi
(Karakoyunlu) kurmuştur. Bu kentlerin ve
yapıların büyük bir bölümü, Urartu tarihinin yukarıda anlattığımız
birinci bölümünde inşa edilmiştir. Daha sonraları ülke ekonomisinin
birincil kaynağı olacak olan ilk büyük sulama projelerinin önemli bir kısmı
da Menua dönemine aittir. Bu kanalların en çarpıcı örneği, 'Şamiram
Su' adı verilen Hoşap Irmağı'ndan 50 km. ötedeki Van şehrine temiz su
getiren kanaldır.
Urartuların tarih sahnesinde en güçlü oldukları
dönem, Kral I. Argişti ve oğlu II. Sarduri zamanıdır. Bu dönemde ülkenin
sınırları, Doğu Akdeniz limanlarına giden yolları kontrol edebilecek
derecede genişlemiş, doğal sınırlarının neredeyse sonuna ulaşmıştır.
Menua'nın oğlu I. Argişti hakkında, diktirmiş olduğu uzun yazıttan çok
şey öğreniyoruz. Yazıt, Van'daki mezarının üzerinde, bir kayaya kazılmıştır.
Kayaya tırmanmak hayli güç olduğu için de iyi korunduğunu görüyoruz. I.
Argişti'nin yaptığı başlıca işlerden biri, kuzeydoğuda Aras Nehri ile
Sevan Gölü arasındaki toprakların genişletilmesi ve burada sıkı bir
birlik kurulmasıdır. Bugünkü Erivan'ın eteklerinde kalan Erebuni (Arın-Berd)'yi ve kendi adını verdiği Argiştihinili (Armavir Blur)'yi
kurdu. Erebuni şehrini bölgesel başkent ilan ederek bu topraklara, 6600'ünü Kuzey
Suriye'den getirdiği savaş tutsaklarını yerleştirdi. Şehirde yapılan kazılar
ince bir mimariyi ve önemli miktarda hazineyi ortaya çıkarmıştır. Argişti'nin
Suriye'de yaptığı fetihler ise ticaret yollarını kapatmış, Asur ile Orta
Anadolu arasındaki iletişim hattını da kesmişti. Bu durumun uzun süre böyle
kalması düşünülemezdi. Argişti mutlaka cezalandırılmalıydı. Bu ceza da
oğlu II. Sarduri'ye kısmet oldu.
Hükümranlığına iyi bir başlangıç yapan II.
Sarduri, daha sonra peşpeşe gelen Asur akın ve saldırılarıyla yara aldı.
Bu akınlarda yaşananları Asur belgelerinden çıkarabiliyoruz. Saltanatının
ilk yıllarında Sarduri, Arpad, Melid, Gurgum ve Kummuh gibi
Geç Hitit devletleriyle bir koalisyon kurup Asur egemenliğine karşı
harekete geçti. Bu birlik, Asur Kralı III. Adadnirari'nin oğlu, güçsüz
kral V. Asurnirari (M.Ö. 754-745)'yi büyük bir bozguna uğrattı. Ama intikam
gecikmedi. Urartular ve Asurlular arasındaki kaçınılmaz çarpışma, III.
Tiglat Pileser'in Asur tahtına çıkmasından iki yıl sonra, M.Ö. 743'te gerçekleşti.
Savaşın amacı, elbette Kuzey Suriye ticaret yolunu Urartu denetiminden
kurtarmaktı. Savaş, Halep'in kuzeyinde, Adıyaman-Gölbaşı yöresinde gerçekleşti.
II. Sarduri, yine bu Geç Hitit devletlerinden destek aldıysa da, bu kez
ağır bir yenilgiye uğradı ve Fırat'ı geçip daha doğuya doğru kaçtı.
Asurlular o an için sadece Urartu ordugahındaki büyük yağmayla yetindiler.
Ama 8 yıl sonra Urartu topraklarına karşı büyük bir saldırı başlatıldı.
Bu savaşta II. Sarduri ve saray halkını tümüyle yok olmaktan, Tuşpa
Kalesi'nin aşılmaz duvarları kurtarmıştır. II. Sarduri'nin hükümranlığının
geri kalan kısmı ile ilgili bilgilerimiz ise azdır.
II. Sarduri'den sonra yerine oğlu
I. Rusa geçti (M.Ö. 735-714). I. Rusa, birliği yeniden sağladıktan sonra
Asurlularla savaşmak üzere hazırlıklara başladı. Ne var ki, Asur egemenliğini
tanıyan Geç Hitit devletleri Rusa'yı yalnız bıraktılar. Bunun üzerine
ordusuyla güneydoğu sınırındaki Manna Krallığı'nın
üzerine yürüdü. Fakat bu kez de ülkesi kuzeyden Kimmerlerin saldırısına
uğradı. Rusa derhal başkenti Tuşpa'ya döndü. Bir kısım birliklerini şehirde
bıraktıktan sonra Kimmerlerle uğraşmak üzere kuzey sınırına doğru yola
çıktı. I. Rusa bu işlerle uğraşırken, başkenti savunmak üzere bıraktığı
birliklerin ayaklandığı haberi geldi. Zaten Kimmerlere karşı bozguna uğramıştı.
Ayaklanma ise, yenilginin üzerine işin tuzu- biberi olmuştu.
Urartu Ülkesi'nde yaşanan bu
olayların, Asur kralı II. Sargon'un kulağına gitmesi fazla zaman almamıştır.
Zira Sargon'un Urartu Ülkesi'nde çok iyi çalışan casusları vardı. Tanrı
Aşur'a yazılmış, kral katibinin imzasını taşıyan ve günümüzde
Fransa'da Louvre Müzesi'nde korunmakta olan çok büyük bir tabletten
Sargon'un casusları hakkında ayrıntılı bilgiler ediniyoruz. Ninova ve
Nemrut krallık arşivlerinden elimize geçenler arasında, sadece casusların gönderdiği
raporlarının aslı değil, Sargon'un oğlu Sanherib (Sennaşerib)'in eline
gelen bu raporlardan çıkardığı özet bilgiler de bulunmaktadır. Urartular
üzerine düzenleyeceği büyük sefer öncesinde bu bilgiler, II. Sargon'un
daha ihtiyatlı ve bilinçli hareket etmesini sağlamış olmalıdır.
"Aidai5 topraklarına sokuldum. Güçlü kentlerinden otuzu koca dağların eteğinde,
korkunç denizin kıyıları boyunca, hepsi de sınır taşları gibi duruyordu:
Argiştiuna, güçlü hisarlarıyla dimdik Kappania, Arsidu ve Mahunnia Dağlarının
çevresinde yıldızlar gibi parlıyor, temel duvarları 240 dirseğe (yaklaşık 120 metre) kadar görülebiliyordu. Mallarını yanlarına alıp kentlerini
terkettiler ve çil yavrusu gibi bu kalelere dağıldılar. Kentlerine çok sayıda
birlik yolladım, onların malını mülkünü büyük miktarlarda getirdiler.
Çevredeki 87 kentle birlikte güçlü surlarını yıktım, yerle bir
ettim."
Tablette, daha sonra tahıl
ambarlarının, şarap mahzenlerinin, daha da kötüsü tarlalar, asma bahçeleri
ve ormanların nasıl yağmalandığı, keyifli bir dille anlatılır. Ancak bu
yağmaların en yıkıcısı Urartu'nun başlıca kutsal kenti Musasir'in
ele geçirilip yağmalanmasıdır. Asurlular "Kapıların
güvenlik için vurulmuş mühürleri kırılınca", olağanüstü bir zenginlik ve bollukla karşılaştılar.
Louvre'daki tablette bu hazineler ayrıntılarıyla ve uzun uzun anlatılmaktaysa
da kent ve bölge isimlerinde olduğu gibi, bu hazine için kullanılan Asur
terimleri açıkça anlaşılamamaktadır. Yine de değerli madenlerin ve
333.500 nesnenin tanımlandığını ve listelendiğini biliyoruz.
Sargon, bu zaferinin sonunda
ordusunu Zap Suyu'nun vadilerinden geçirerek Nemrut'a döndü. Araba katarlarının
üzerinde şimdi silahlar değil, yüzlerce ton hazine, tahıl ve şarap vardı.
Bunlardan en önemlisi, tapınaktan alınıp götürülen Tanrı Khaldi
(Haldi)'nin heykeliydi. Ülkenin yerle bir olması yeterli olmuyormuş gibi bir
de Musasir'den felaket haberi gelince Rusa sarayında canına kıymıştır. Bu
yenilgiden sonra Urartu Krallığı’nın, ilk kurulduğu dağlık bölgeye çekildiğini
görüyoruz.
Bütün bu felaketlere rağmen
Urartu Krallığı’nın, öyle tek seferde yıkılmayacak ölçüde güçlü,
hayat dolu ve ülkesine bağlı bir halkı vardı. Ayrıca geniş ve zor geçilen
coğrafyası, düşman ulusların ordularını da hayli yıpratıyordu. Bu
nedenle, I.Rusa'dan sonra tahta çıkan oğlu II. Argişti (M.Ö. 714-685)
siyasi ve ekonomik bir tedavi modeli uygulayarak hastayı yeniden ayağa kaldırdı.
Kentler yeniden kuruldu; sulama şebekeleri onarıldı; bağlar, bahçeler
yeniden dikildi ve çok geçmeden Urartu Krallığı, Asya'nın batısında en
önemli güç olarak yerini aldı.
II. Argişti'nin tüm bu işlere
zaman ayırabilmesi, o sıralarda Asur Devleti'nde bir iç karmaşa yaşanmasındandır.
Bununla birlikte Urartu Ülkesi, Anadolu'nun bütünü için büyük bir tehlike
oluşturan bozkır kavimlerinden Kimmerlere karşı devamlı tetikteydi.
M.Ö. XV. ve XIV. yüzyıllardan M.Ö. VIII. yüzyılın ilk yarısına kadar
Volga Nehri'nden Karadeniz'in kuzeyine doğru uzanan bir alanda yaşayan
Kimmerler, çeşitli boylardan oluşan göçebe bir haktı. M.Ö. VIII. yüzyılın
ortalarında doğudan gelen İskitlerin topraklarına girmeleri üzerine
yerlerinden oynayarak güneye doğru hareketlendiler. Böylece Transkafkasya üzerinden
Doğu Anadolu'ya girdiler. M.Ö. VIII. yüzyılın son 10 yılında Urartu Krallığı’nın
sınırlarına dayanan Kimmer göçebeleri, yeni süvari taktikleri ve çok
etkili yay ve okların yardımıyla Anadolu'da 100 yıl kadar sürecek bir terör
çağını başlatmışlardır.
Bu gelişmeler, Urartu'nun güneydeki
yayılmacı politikasına bir son verdi. Böylece krallık kendi kabuğuna çekilmiş,
ülkenin kuzeyinin güvenliğine önem vermeye başlamıştır. Kuzey sınır bölgesinde
yeralan pek çok kent kalın surlarla güçlendiriliyor, yeni ve güçlü şehirler
kuruluyordu. Bugünkü Erzincan şehrinin doğusunda, ovaya bakan tepenin üzerinde
bulunan ve aşılmaz bir kale ile güçlendirilmiş 'Altıntepe'
şehrinin II. Argişti zamanında kurulduğu
sanılmaktadır. Şehirde Urartu Krallığı’nın genel valisi oturmaktaydı.
Prof. Dr. Veli Sevin ve Ersin Kavaklı adlı arkeologlarımızın yaptığı kazılar,
önemli bilgileri ortaya çıkarmıştır. Bu kazılarla yarı kral soyundan
gelen Urartuların mezarları ilk kez gün ışığına çıkarılmıştır. Başta
çeşitli silahlar, zırhlar ve at koşumları olmak üzere birçoğu tunçtan
yapılmış çok çeşitli eşya bulunmuştur. Tepedeki kentin mimari düzeni de
ilginçtir. Urartuların alışılagelmiş kule-tapınağı, burada sütunlu bir
avlunun ortasında durmaktadır. Avlunun bir köşesine ise daha sonraları bir
toplantı salonu yapılmıştır. Salonun duvarlarını, Asur süsleme sanatının
etkilerini taşıyan motifler kaplamaktadır.